1 Ağustos 2021 Pazar

yok

kalemi elime aldığım vakitlere gerçekten çok şaşırıyorum.
kağıda dokunduğunda harikalar yaratan şu küçük kalemimi elime aldığımda mutlaka bir çark dönmüş oluyor.
ya bir parçam daha kopuyor acıta acıta ben ACIYORUM her şeyimle acıyorum ve kendime acıyorum 
ya bir karanlık daha ekleniyor kanata kanata ben KANIYORUM her şeyimle kanıyorum ve buna kanıyorum  

bembeyaz kağıdı mutlaka zihnimdeki dumanlarla lekeliyorum. nefretimi kusuyorum, üzüntümü çiziyorum, ben yazıyorum yazıyorum yazıyorum ama büyük resme bakınca sadece bir karalama görüyorum.

kürek çekiyorum tek başıma çekiyorum ÇEKİYORUM ama bakın bir santim ilerlemiyorum ve biliyor musunuz bir gram akıntı bile yok
kafamı kaldırıyorum kaldırıyorum MASMAVİ GÖKYÜZÜ DİYE BAKIYORUM ama yanılıyorum başım eğik ilerleyemediğim denize bakıyorum ve biliyor musunuz dik durmaya yüzüm yok
güneşimden vazgeçiyorum VAZGEÇİYORUM arkama bakmadan değil arkama baka baka arkama bakakala geri geri gidiyorum ama sadece kafamın içinde yaş alıyorum yaşlanıyorum gözlerimle birlikte ve biliyor musunuz buna hakkım yok

DİYORUM YA SÖYLÜYORUM SÖYLÜYORUM BİR YAPRAK MİSALİ AĞIR AĞIR DÜŞÜYORUM DÜŞÜYORUM AMA İZLEYİN BAKIN KENDİMİ NASIL DA TUTAMIYORUM VE BİLİYOR MUSUNUZ BU HİKAYENİN SONU YOK

susuyorum      konuşasım var
duruyorum      gidesim var
gidiyorum       kalasım var
biliyorum        içesin var
yaşıyorum...    ...



 
  

24 Kasım 2020 Salı

bile

 bazen istemesen bile isteyip istemediğini cevaplaman gerekir.

 bazen sussan bile susarak çığlıklar atanı duyman gerekir.

 bazen hiç bakmasan bile orada birinin olduğunu bilmen gerekir.

 bazen bedenini gördüğünde ruhunun yanı başına kaçtığını hissetmen gerekir.

 bazen korksan bile sonuna kadar gitmen gerekir.

 sen gittin.


yine korkma..


korkma, yaşayıp bitirdin.

korkma, çok güzel unuttun.

korkma, ben de seni çok güzel uyuttum.

bu yüzden sen de kendini çabucak avuttun.


dene..


dene bir daha becerebilecek misin beni kollarında susturmayı

dene bir daha kilitleyebilecek misin gözlerimi anlattıklarına

dene bir daha gezdirebilecek misin kollarımda usulca parmak uçlarını

dene bir daha söndürebilecek misin ışıkları kalbin çarpa çarpa

hadi dene, durma bile

ve yine korkma

ne de olsa

bu ikinci hatanda

ertesi gün yüz yüze bakmayacağız.

16 Kasım 2020 Pazartesi

artık.

 

artık başka anlamlarda ara.

kendime not bu cümleler artık noktalama işaretleri bile koymuyorum

siz beni eksik ya da yanlış anlayadurun artık ben kendimi anlamak bile istemiyorum

her insanın anlamsız bazı anıları vardır ya benimki de parça parça yavaş yavaş unutuyorum

unutmak istiyor muyum belli belirsiz aklımda dönüp duran bazı saniyeler

zaman geçtikçe zaman dursun istiyorum

içtiğim kahveleri geç aldığım çektiğim nefesten bile tat alamıyorum

ben şimdi sadece sana bakarken aklıma düşen cümleleri kağıda döküyorum

ne yaptım ne yapıyorum kendimden bi haber

ben yürüyorum arkama bakıyorum arkamda yine ben geri dönmemi bekliyorum

bir film sahnesi gibi ruhum bedenime girerken bile ruhumu geride bırakıyorum

kaç parçaya bölündüm bilmiyorum

ufacık bir şeye tedavi ararken bile bunu umursamak istemiyorum

adım adım senden kaçarken yere bakıyorum bir şeytan gibi ayaklarım sana dönmüş ben bunu istemiyorum

geçmişten kaçarken geçmişin kucağına düşüyorum

aynı geceyi kaç gece yaşamak istedim artık sayamıyorum

beni sen keşfet isterken kendimi sana sayfalarca anlatırken buluyorum

sana anlattığım her şeyden kendimi sorumlu tutuyorum ben bundan nefret ediyorum

kendimi tek tek toplayıp bi eğlence gibi fırlatıp atıyorum

ben bir doluyum çok doluyum ama yağmur gibi damla damla yere düşüyorum

izle bak aşağıdayım ama kendimi nasıl da tutamıyorum

her sabah mutlu uyandığım için senden nefret ediyorum

sesinin tınısını ve çekinerek dokunuşunu unutamıyorum

unutamayışımı unutmak istiyorum beceremiyorum

anlamsız ezgilerinde kendimi arıyorum bulamıyorum

sen benden arındıkça ben bir şişe şarap oluyorum

sen yavaş yavaş unuttukça

ben yudum yudum azalıyorum

bir şey yap.

11 Ocak 2020 Cumartesi

-

BUĞU

Geçen gün otobüs ile yolculuk yaparken başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum size. Aslında bir olay değil, bir aydınlanma desek daha doğru olur. 

Ayaktaydım, hani şu herkesin toplandığı pencere kenarındaki büyük boşluk var ya, işte orada.

O koca pencere buğulanmıştı, dışarıda damla damla yağmur..

Benim de migrenim vardır, öyle bulanık bir görüntüye uzun süre bakmak zorunda kaldığımda başım ağrır. 

Pencereden bakarken içeriden değil de dışarıdan ıslanan bir kısmın, buğudan kurtulduğunu, net görüntü verdiğini fark ettim. Küçücük noktadan dışarıyı net görmek istedim. Bunun için zorlandım, zorlandıkça başımın ağrısı geçiyor mu yoksa artıyor mu fark edemedim. Sonucu ne olursa olsun dışarıyı net görmek istediğime karar verdim. Sonra dayanamadım, durdum ve düşündüm. Parmağımla o küçük noktayı içeriden karaladım. Belki dışarıdaki kadar net olmasa da, görüş alanımı büyütmüş oldum. Daha rahat görmeye başladığımı fark ettim. Sonra dedim ki neden daha fazlası olmasın? Bu kez avucumla daha da büyük bir yeri süpürdüm. Gözlerimin hizasında bir kısmı oldukça iyi görüyordum. Başımın ağrısı da geçmişti. Bu yeterliydi.

Şimdi ben buradan nereye bağlayacağım? 

Demem o ki arkadaşlar, biz bir şey yapmak isteriz, bunun için elimizdeki olanakları ya da karşımızdaki fırsatları göremeyebiliriz. Hayat bize dışarıdan müdahale edemeyeceğimiz öyle bir noktacık verir ki, bizim onu alıp genişletmemiz gerekir. Hatta bununla yetinmeyip çabalayıp daha fazlasını elde edebiliriz. İstediğimiz gibi yoğurur ve şekillendirebiliriz. Kendi görüş açımıza göre düzenleyebilir ve istediğimize ulaşabiliriz. Fazlasına ihtiyacımız da yoktur. Tıpkı göz hizama kadar olan kısmı ellerimle silmem gibi. Kendi hayatımıza bir şeyler katmak ya da onu iyileştirmek istiyorsak bu tamamen bizim elimizdedir. Evren zaten bunun için bize gerekli ortamı oluşturmuş ve kollarını açmış bizi bekliyor olacaktır. Yapmamız gereken tek şey harekete geçmektir. Ne başımızın ağrımasına izin verecek kadar hareketsiz kalmalıyız ne de evrenin bir başkasına sunacağı hayata müdahale edecek kadar fazla hareket etmeliyiz. Biz otobüsten dışarıyı net görebiliyorsak kendimize yaptığımız en saf ve en net iyilik budur. 

İyi geceler..

2 Eylül 2019 Pazartesi

BETON DEVRİNE DOĞRU




Beş duyu organını duyarlı kılan, sarısının mavisine, morunun yeşiline, yağmurunun güneşine ve yıllarının yaşına kardeş olduğu, her daim hür olarak kalacak olan, gökkuşağının sonuna, güzelliğin yoluna sahip bir kahverengidir doğa.
İnsan kendini, sürekli üreyen ve etrafına gitgide daha çok zarar vermeye başlayan bir mikroba çevirdi. Doğaya yayılabildiği kadar yayıldı. Bu sevimli kahverengi içerisinde yerinin sadece misafirlik olduğunu unutup, sanki tüm yeşile sahipmişçesine tek canlıyı kendisi ilan etti. Sözüm ağacı kesen baltalara değil, sözüm ağacı kesen bir baltaya sap olamamışlara. Sözüm üç kuruşluk ayakkabıyla yıllarını geçirmiş, doğanın nimetlerinin farkında olup kıymetini bildiği halde kendini değersiz gören adamlara değil, milyonlarını harcayıp hayvan derisinden yaptığı ayakkabı ve sanki bir deri bir kemik kalmış gibi üşüyen(!) yağlı vücutlarını sarmak için giydikleri kürk ile şu an o değerli ağaçların ürettiği nefesi boşa tüketen kendini adam sanmışlara. Sen bu kahverengimi işgal ederken kime sordun? Sırf ağzından tek kelime çıkamıyor diye hayvanları katledebileceğini nasıl düşündün? Minicik bir kedi yavrusunu eline alıp seveceğine nasıl yokedebildin? Doğa seni yaratan, seni yaşatan, sen yok olduğun halde bile, seni yatağının altında sıcacık toprağında saklayan annendir. Yedi yirmidört ibadet ettiğin, taptığın ileri teknoloji, para ve beton yine bizim doğamızın eseridir. Paranın yenmeyecek, içilmeyecek, nefes vermeyecek bir şey olduğunu ilkel diye tanımladığınız kızılderili bilgeler yıllar öncesinden gördü de, siz, biliminizle, akılcılığınızla ve çağdaşlığınızla gözünüzün önündekini göremediniz. Sonsuz mavilikteki canlıların hayatını sonlandırarak, kendi hayatınızı canlandırmaya başladığınızı sandınız. Hazırladığınız son, kendi sonunuz, kestiğiniz dal, bindiğiniz daldı. Fabrika diye isimlendirdiğiniz mekanik üretim merkezlerinde, insanlığınızı tükettiniz. Ürettiklerinizin zehrini bilinçsizce havaya savurdunuz, toprağa ve suya karıştırdınız. Evlerinizden işyerlerinize dek sığ çıkarlarınız uğruna yedi milyarlık bencilliğinizi attığınız o denizin derinliğinde yok olmanızı diliyorum. Siz barınacaksınız, kendinize daha konforlu yerler inşa edeceksiniz diye doğayı yerinden ettiniz. Yaş kesenin baş keseceğini unuttunuz, güneşi delip nehirleri kuruttunuz. Ey magmadan ta aya fışkırmış, taşın suyunu çıkarıp yine taş yapmış modern devrin demode insanları, dinleyiniz! 
Doğa çocuktu, siz onu büyüttünüz, o çocukluğunu kaybetti, siz ona dert ektiniz. Doğa çocuktu, siz kendinizi kaybettiniz, doğa çocukluğunu kaybetti, yaşama sevincinden, yapraklarıyla vazgeçti. Doğa çok kardeşti, siz yalnız kaldınız, doğayı da yalnız bıraktınız. Ne bir ağacın baba gibi tek başına dimdik duruşundan, başını göğe doğru özgürce uzatışından; ne de hepsinin bir araya gelip birlik oluşundan, bir sevgi ormanı olup kardeşçe yaşayışından ilham alabildiniz. Çocuktu doğa, işlenecek çok şeyi vardı, doğduğu andan itibaren ağladı, size yağmurları verdi, damlaları dışladınız. Çocuktu doğa, sımsıcak gülüyordu, güneş oldu ama size dokunmasına izin vermediniz. Çocuktu doğa, tohumları içine ata ata büyüdü, tat oldu size, siz tadını kaçırdınız. Doğa sizin için kendinden verdi, siz doğaya kapadığınız gözünüzü, beton devrine açtınız. Olur da bir gün beton yığınlarından, beton suratlılardan sıkılıp inzivaya çekilmek isterseniz, zaten inzivaya çekilmiş olan doğayı, yerinde bulamayacaksınız! 

#KAZDAGLARI

6 Ağustos 2019 Salı

Diyor Ya, Sesin Çok Güzel. Bir Kahve Söyle De İçelim!

Tam şu an, iki parmağımla tutup kaldırıyorum fincanı. Kokluyorum, bırakıyorum. Kokluyorum, bırakıyorum. İçmeye kıyamıyorum. Senin sesinle bağdaştırıyorum. O bana bakıyor, ben ona bakıyorum. Seni görüyorum. Ben bu kahveyi içmeye kıyamıyorum.

Sade filtre kahve..

Yazmak için evet o olağanüstü sözcüklere ve olaylara gerek yokmuş. Ele kalem değince fikrindeki o yoğunluk da kendini dışa vuruyormuş. Kalbin hızlı atıyormuş, göz görmüyor, kulak duymuyormuş. Kahvenin de kokusu eklenince, sayfalara alışıyormuş. 

// Hayatımda ilk kez, sade filtre kahve içerken, sadece filtre kahveyi düşünüyorum. Şu an kahve üzerinden yapılan duygusallığa gülüp geçiyorum. Kendi duygusallığımı filtre kahveyle yaşıyorum. Bir insanın bir insana elbet yetebileceğini, seninle öğreniyorum. // 

Güller ne güzel açıyor pembe pembe. Şuradaki karpuz şekilsiz büyümüş. Çocuklar su istiyor, hava esiyor. Uzaklardan domates kokusu geliyor. Çakmak sesi duyuluyor, elim kalem tutuyor. Beş duyu organım sonuna kadar aktif. 

Kalemi bıraktım.
Nefes almıyorum.
Kulağımı tıkadım.
Kahvemin son yudumu.
Gözlerimi kapatıyorum şimdi.

HOŞGELDİN

Karşımda sen.
Sade filtre kahven elinde, sen..

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Zamana Yenildim

Yüreğine mi dokunulmalı insanın, elinin yeniden kalem tutabilmesi için? Kaç hüznü karşılayıp kaç hüznü terk etmesi gerekir, sayfalara alışabilmesi için? Bugün ne bir hüznü karşıladım ne de bir hüznü terk ettim. Ben bugün bir fırtınayı omzuma katıp, hüznü kucaklamaya geldim. Bir ağustos akşamında, benliğimi kabullenmeye geldim.

Mucize nedir? Mucizeyi tanımlamak için olağanüstü sözcüklere ya da yaşanmışlıklara mı ihtiyaç vardır? Bir rengin, bir cismin varlığını fark etmek, onda kendini keşfetmek mucize midir? Bir mekanın sihrine inanmak, bir saniye içinde orayı yuvan bellemek, yerden göğe huzur bulmak mucize midir?

Pürüzsüz bir cildin altında yatan o derin çizgili yüz.. İncecik kolların taşıdığı tonlarca yük... Peşinden sürüklenen geçmiş, geleceğini bildiğin o korkulu bekleyiş.. Peki ya bu nasıl bir kabulleniş?

Zaman denen şey ne? Duyguları var mı? Zaman da sever mi? O da bekler mi? Zaman neyin intikamını alır insandan? Bize hep böyle sinsice mi davranır? Mükemmelliği oluşturan unsurlarla hiç anlaşamayan zaman, gel gör ki konu biz insanları üzmek olunca, onlarla küçük gizli anlaşmalar yapar. Önce beynimize işler yavaş yavaş, tam oldu derken, en çok özlediğimiz yerden vurur bizi.

Sihrine inandığım mekanda, küçücük kollarımla, kendi benliğimi kabullenmenin mucizesini yaşarken, sana ve zamana yenildim. Ben bugün bir fırtınayı omzuma katıp, hüznü kabullenmeye geldim.