29 Temmuz 2016 Cuma

Üç Yıl!

"Ellerini hiç tutmamıştım. Ama kalbi göğsümde atıyordu. Hep böyle değil midir zaten? İnsanın yaşı kaç olursa olsun, yanında olmasını istediği kişi hep uzağında değil midir? İki kişi arasındaki tek bağ hayaller merdiveni değil midir? Uzak.. Hayatımızdan defolup gitmesini istediğimiz kelimedir 'Uzak'.. Aramızdaki mesafenin en uzak olmasını istediğimiz kelimedir 'Mesafe'.. Sokaklar bazen ikimizi birden taşırken, bazen asla kaldıramaz bizi. Cihangir'in iki küçük sokağındaki iki küçük kafe ne kadar da uzak kalır aniden. Özleriz, çok özleriz.. Gitmek isteriz. Bazen yol çok uzun geliyor sana geleceğim derken. Bazen de yürüyorum yürüyorum bitmiyor yol, çok başındayım. Başaramayacağım. Bir sene, koca bir sene! Ne kadar da çok şey yaşamamışız öyle seninle. Boşluğumuzu ne kadar da çok doldurmuşuz daha fazla boşlukla. Ben seni ne kadar çok kıskanmışım, sen beni ne kadar çok umursamamışsın. Bana çok fazla bakmamışsın, her akşam çok fazla konuşamamışız seninle. Bana ne kadar çok yetmemiş koca bir sene. Ve sen benden ne kadar çabuk mezun olmuşsun öyle. Tamam, ben sindirdim bu cümleleri. Doydum bu yaşanmamışlıklara. Hadi şimdi tekrar başla. Tekrar öğren beni. Ama yaptıklarını yapma, farklı seni göster bana. Aramızdaki yaş merdivenlerini sakla! Üç yıl daha geç doğ benim için. Ya da üç sene durdur saatini, çıkar pillerini, bekle beni. Bekle yaş merdiveninin tepesinde. Söz veriyorum geçmeyeceğim bu sefer altından, bakmayacağım o simsiyah gözlerine. Bir kenara koyacağım kalbimin aynasını. Tırmanacağım basamakları yavaş yavaş. Ayrılacağım çocukluğumdan. Sen beni üç sene bekle, gökten üç elma düşüreceğim sana. Biri sana, biri gelmişine, biri geçmişine..                                                                                                 
Mesafe..
Bizim aramızdaki hangisi sence? Sokaklar mı engel bize yoksa üç yıl mı giriyor aramıza? Kelimelerim bitiyor.. Sen benim üç senemsin işte. Herkesin benim gibi bir yerinden acı duyduğu, sahip olamayacağı, elinden kaçırdığı, elinde olmasını istediği üç senesi vardır. Bu sebeple herkes açar bir mısra okur..                                              
'Ellerini hiç tutmamıştım, ama kalbi göğsümde atıyordu..'
Sen benim en tutsak özgürlüğümsün. Kalbimin parmaklıklarısın. Pas tutmuş parmaklıklar.. Neyi denediysem olmadı. Ne söküp atabildim seni, ne temelli değiştirebildim. Akıl almaz bir çökelti gibi çöktün yüreğime. Kalbimin kimyası ile oynadın, kuş koydun koynuma. Günün en olur olmaz saatlerinde şarkılar söyledin. Ve ben, uyanmam gerekirken aksine uyudum. Çünkü sen sadece rüyalarımda benimle oldun. Ben ellerini o zaman tuttum. Sen ellerime dokundun. Uyandım, yine kuş var tenimde. Sen adım attığında herhangi bir yerde, üç parmağının izi çıkar oldu bedenimde. İşte üç senem, biri sana, biri gelmişine, biri geçmişine..
Yıkılır oldu hayallerim, oysa taş kalpli olan sen değil miydin? Hayallerin suya düşmesi gerekmez miydi? Gökten üç elma düşer gibi sana düştü hayallerim. Gerçi susuz da yaşayamaz insan, sensiz de yaşayamaz insan. Ve hayal kurmadan bir bütün olamaz insan. Hayallerle tamamlanır içimizdeki boşluk. Sen de hayalime kaçıyorsun uzun zamandır. Kendine oralarda ne yapıyorsun bilmiyorum ama  hep benim hayallerime sığınıyorsun. Yanlış yapıyorsun, gelme hayalime. Geleceksen bana gel. Başkasına da gitme. Gerçi endişelenmiyorum benden başkasına gideceksin diye. Sen zaten hiç gelmedin ki bana, gidesin. Aramızda hep mesafeler oldu. Üç yıl gibi.. Üç yıl uzaksın bana. Ellerimi birleştirip dilemek istemiyorum seni, sen gel ve kendin tut ellerimi. Gelmeyişin gibi..        

Devamı gelecek.
                               

28 Temmuz 2016 Perşembe

Pişmanlıklar Listesi!


Nereden aklıma geldin bilmiyorum bu gün. Önümde kırmızı dosyam, açıyorum mektuplarımı. Mektuplar yazıldığı sırada liseye yeni başlamıştım. Şimdi son sınıfa başlayacağım.. Bazı şeylerin sonundayım. Neyse, mektuba bakalım. Bir sen varsın, eskimiş bir sen.. Ve üstünde parmak izlerim. Sayfalar dolusu atılmış tarihler görüyorum. Gecenin hiç bilinmeyen saatlerinde yazılmış mektuplar.. Bazıları bir iki cümle sürmüş. Bazıları bir iki sayfa.. İlk görüşte aşk olmuş benimkisi. Bakıyorum da seni gördükten sonra ilk göz kırpışımda özlemeye başlamışım. Mektupta yazıyor sevgili, hissetmiyorum yanlış anlama. Üç beş kavram saymışım buraya, seni onlardan bile çok sevdiğimi yazmışım. Yazık, pişmanlığımı dile getiremiyorum. İmkansızmışsın sanırım o zamanlar, burada öyle yazıyor. Seni ulaşılmaz sanan birkaç cümle işte, boşver. Bir güzel itiraf etmişim seni sana, ama diyorum ya yazı, o zaman o yürek yok bende. Söz yok, ses yok sevgili. Neden mi? P a r ç a l a m ı ş s ı n!
                              
Arka sayfayı çeviriyorum. Birkaç eşya var burda. Bir otel odasından kalma kibrit çöpleri, çizilmiş bir kapı kilidi, kağıt mendil. Ve tabiki ortadan ikiye yırtılmış fotoğrafın.. Konuşuyormuşuz o zamanlar. Ben kafama seni koymuşum, sama yönelmişim. Seni kaybetmekten korkmuşum. Şu cümlemin çaresizliğine bak sevgili: 'Seni bir gün bile görmesem günüm kötü geçiyor, sıkıntılarım başlıyor ve dinlediğim müziklerin ritmi yavaşlıyor.'
Dinlediğim müzikleri bile rahat bırakmamışsın.
'Seni rahatsız ettiğimi düşünüyorsun. Sana şuan birlikte olmamamız için binlerce sebep sayabilirim ama hiçbiri umrumda değil.' Seni seviyormuşum.
Senden uzak durmaya çalışmışım. 'Bugün hayatımın dönüm noktası olacak. Asla eskisi gibi olmayacak. Artık o şarkıları dinlemeyeceğim. Her yazışında güldüğüm o insan yok artık.'
Birkaç yer gözükmüyor mektubumda, sanırım ağlamışım. Mürekkep dağılmış kağıt parçasına. Ve tabiki tahmin ettiğin gibi senden vazgeçmemişim hatta hemen ertesi gün yeniden yazmışım. Bıkmamışım, bırakmamışım. 'Bunları yazarken fotoğrafını inceliyorum. En sevdiğim fotoğrafın. Mavi kazağın var yine üzerinde. O kadar çok yakışıyor ki.'
Mavi kazak..
Her baktığımda gökyüzünü gördüğüm, gözlerin mavi olmasa da öyle hissettiğim, yanımdan her geçişinde deniz sanıp boğulduğum o mavi kazak.. O kadar çok yakışıyor ki..
Mektupları okudukça sıkılıyorum artık biliyor musun? Neredeyse ezberlemişim hepsini. Ama sana söylemek istemiyorum. O zaman beni anlamak istememiştin, şimdi de anlama, bilme. Bir önemi yok.
Sadece lakabının 'DUVAR' olduğunu bil sevgili. Nedenini sorma, boşver. İki sene boyunca şairi olmayı hedeflediğim şiiri paylaşmak istiyorum seninle.. Şairi başka, şiir bambaşka.
DUVAR
Düşündü.                                                                                                                            Sonra, biraz daha düşündü.                                                                                         Baktı ki, olacak gibi değil,                                                                                               Salıverdi enginlere..                                                                                                                    Sırtını yasladığı duvarlar kadar soğuktu                                                                        Elleri..                                                                                                                                         'Anladım' dedi..                                                                                                                                   Duvarın dibine gelmek                                                                                                         Buymuş demek ki..                                                                                                         
Duvar'ın dibindeyim sevgili. Yıpranmış kağıt yığınlarının arasından çıkarıyorum şimdi kara kaplı defterimi. Anlatmıyorum kimseye, anlatmayacağım. Ne seni, ne de seninle tanıştığım o lanet geceyi.. Açıp okuyorum sadece..         

Devamı gelecek..                                                                   

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Duvarları Yıkıyoruz!

Ben de küçük oldum. Benim de hayallerim oldu. Bir kitabım olsun istedim. Kapağıyla, sayfalarıyla, İÇİNDEKİ DUYGULARLA TAMAMEN BENİM..

Yaşanmış bir olaydan esinlenmedim. Bizzat yaşadım. Harfi harfine, noktasına virgülüne kadar..

BİR DUVAR'IN YIKILIŞI
Duyduğumda köpürdüğüm, hiçbir şekilde hiçbir şeyi telafüz edemediğim, körleşecek kadar gözlerimin yuvalarından çıkacak olması, ve geride sadece köpürdüğümün ateşiyle yanıp kavrulan bir ben kalacak kadar aşığım. Biliyor musunuz tüm sorun benim. Ortada kalan da, olayı en çok hasarla atlatan da(!) Ama biliyorum bir gün olacak o şeyin beni baştan sona değiştireceğini. Fakat bir türlü bulamıyorum. Arıyorum, ama neyi aradığımı bilmiyorum. Bir adım, bir soyadım. Yanlışlarımı düzeltmedim. Aynı mektubu başka bir kağıda yazınca değerinin değişmediği sanmak ahmaklara mahsustur, sana kendimi böyle takdim etmek istiyorum. Sus, sus işte. İşte böyle, sonra da seni sevdim. Gerisini hatırlamıyorum.
İsmini de telafüz edemiyorum bazı kitaplarımın. Bedenimin de aynı şekilde. Dilim de düğümlü ellerim gibi. Bedenimin nerede olduğu herkesçe net, ama kaybolduğunu bile bilmiyorum. Okunuşu çok kısa bir de ismim var benim. Ama dağları aşabilecek uzunlukta tecrübeli. En tecrübesiz hecesi, sana denk geldi. Şuan bir tek senin ismini telafüz edebiliyorum. Zaten gerisini hatırlamıyorum.
Şaşırıyorum. Olduğum yerde kalıyorum. Boynum düşük, dişlerim kilitli. Tokam saçımı sıkıyor, başım ağrıyor. Başımı ağrıtıyorsun. Aşık oluyorum. Gerisini hiç ama hiç hatırlamıyorum.
Senin için bir şeyler yapıyorum. Yetiyor mu bilmiyorum. Evet, seni seviyorum. Zaten biliyorsun, gerisi aklımın ucunda yok.
Ben seni çok seviyorum, ama ne yazık ki hatırlamıyorum..

"Devamı gelecek."


26 Temmuz 2016 Salı

BAŞLANGIÇ

Tekrar kalemi elime aldıranlara teşekkür mü etsem, küfür mü etsem bilemiyorum!

Yazıma böyle başlamak istedim çünkü gerçekten içinizden birileri sayesinde(!) tekrar yazıyorum. İnsan bazen bazı şeylere tahammül edemediğinde ve içini dökemediğinde en yakın dostuna başvuruyor. Yani "kalem"e. Ve anlatmaya başlıyor. Ben de çok anlattım. Ama bir türlü fırsatım olmadı, gün yüzüne çıkarmaya. Bazı şeylerin çivisinin çıktığını gördüm, hak etmeyenler baş köşede yerini almış. Öyleyse benim öyküme de bir göz atın istedim. 


Koskoca dünya yerinde yokken yaşamaya başladım ben. Üzüldüm ve anlattım. Ama görüyorum ki benim can kırıklarım, başkalarının eksik yapboz parçaları yerine geçmiş. Ben de dedim ki, o halde OKUYUN, OKUTTURUN!

Küçük bir yabancının dünyasına bir miktar adalet katın..

Her hakkı saklıdır.

Çünkü bu benim hikayem. Gerçekten.

Bu, benim penceremden, haksızlığa karşı atılmış bir adımdır.


Çağla Balıkçı